Türkiye’nin yakın tarihinde bazı nesneler, yaşanan acılarla özdeşleşti. Beyaz Toros da onlardan biri. 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu’da faili meçhullerle, kayıplarla, korkuyla anılır oldu. İnsanlar için sıradan bir araba olmaktan çıktı, ölümün, belirsizliğin ve geri dönmeyen yakınların simgesine dönüştü.

O yılları yaşayan pek çok insan, sokakta bir beyaz toros gördüğünde içinden yükselen korkuyu hâlâ unutamıyor. Çünkü o araç sadece demir ve lastikten ibaret değildi, içinde insanların kaybolma ihtimali, bir daha geri dönmeme ihtimali vardı.

Bugün gelinen noktada, bu simgenin tişörtlere, tasarımlara, hatta bazı alışveriş sitelerinde satışa çıkması ise ayrı bir hayal kırıklığı yaratıyor.

Toplumsal bellekte kanlı bir geçmişi olan bir sembolün gündelik eşyaya dönüşmesi, acıları yaşayanlarda derin bir öfkeyi tetikliyor. Çünkü birilerinin hayatını altüst eden, geride gözü yaşlı aileler bırakan bir aracın, ‘espri’ ya da ‘moda’ unsuru yapılması, yaraların inkâr edilmesi gibi algılanıyor.

Beyaz Toros, sadece bir otomobil değil, bir dönemin korkularını, kayıplarını ve adaletsizliğini simgeliyor. Onu tişörtlere, tasarımlara indirgemek, geçmişin yükünü taşıyanlara yeni bir yara açmak demek. Bu ülkenin belleğinde acı ile özdeşleşmiş bir sembolü pazarlık nesnesine çevirmek, yalnızca ticaret değil; aynı zamanda vicdan meselesi…