(Bir Yolsuzluk Hikâyesi Değil, Bir Yaşam Biçimi) Helal olsun size!

Ne güzel bir ülke kurdunuz: Rüşvetin adı “bağış”, torpilin adı “referans”, hırsızlığın adı “kıvrak zekâ” oldu.

Daha ne ister insan?

Öyle bir iklim yarattınız ki, artık kimse utanmıyor.

Vicdan, çoktan yitirdi merhametini. Adalet tabelası asılı ama binası harabe bir kurum.

Bir ihalenin sonucunu dua zincirleri değil, telefon zincirleri belirliyor.

Ve biz hâlâ bu düzenin gölgesinde “bu millet temizdir” diye avunuyoruz.

Oysa temizlik, sayenizde bu çağın en kirli kavramı oldu.

Birileri, “rüşveti alan da veren de cehenneme girer” diyordu eskiden.

Şimdi ise herkes birbirine tebessümle soruyor:

“Yüzde kaçla anlaştık?”

Ne güzel bir ahlak devrimi yaşadık, değil mi?

Eskiden dürüst insanlara “adam gibi adam” denirdi, şimdi “aptal” deniyor.

Birinin alnı açık olması artık masumiyet değil, fırsatları değerlendirememiş olmanın işareti.

Öyle bir hal aldı ki durum; Artık kimse çalmaktan utanmıyor, yalnızca yakalanmaktan korkar oldu.

Hırsızlık, bir meziyet; yolsuzluk, bir meziyetin belgeyle tescillenmiş hâli oldu.

O kadar ilerledik ki, yolsuzluğu konuşmak bile “ülke imajını zedelemek” sayılıyor.

Yani hırsızın kendisi değil, onu fark eden ayıplanıyor.

Şu ne büyük incelik!

Siz hiç utanmadan yalan söyleyen bir yüzü izlediniz mi televizyonlarda?

O gözlerdeki rahatlığı, o dudaklardaki güveni, o kelimelerin içinde saklı yalanı fark ettiniz mi?

O an, ülkenin tüm elektrik santralleri aynı anda çalışsa bile o yüzün ışığı kadar aydınlık vermezdi.

Çünkü o ışık, vicdansızlığın gururuyla parlıyor.

Halk?

Halkın bir kısmı sessiz, bir kısmı “bana dokunmayan yolsuzluk bin yıl sürsün” diyor.

Bir kısmı ise hâlâ umutla oy pusulasına ‘’evet’’ mührü basıyor.

Oysa o kelime çoktan sandıktan silinmiş durumda.

Bir ülkede çalmak bir meziyet, dürüst kalmak bir delilik sayılıyorsa, orası artık devlet değil, bir şirketler federasyonudur.

Ve o federasyonda en yüksek makam “cezasızlık müdürlüğü”dür.

Helal olsun size,

Bir ülkenin çöküşünü, kalkınma hamlesi gibi pazarlayacak kadar mahir oldunuz.

Adaleti yok ettiniz ama adalet bakanlığı duruyor, ne büyük başarı!

Vicdanı öldürdünüz ama hâlâ her sabah halka “doğruluk” nutukları atıyorsunuz.

Belki de biz yanlış düşünüyoruz…

Belki de yolsuzluk, bu çağın yeni ibadeti, rüşvet ise sadakanın modern hâlidir.

Kim bilir?

Bu kadar yaygın bir kötülüğün bu kadar rahat yaşandığı başka bir toplum, belki de gerçekten kutsanmıştır!

Ama bir gün…

Bir gün, o imzalar, o kasalar, o gizli zarflar,

bir çocuğun aç bakışında, bir annenin alın terinde,

bir gencin yarım kalmış düşlerinde,

bir emeklinin boş cüzdanında,

bir işsizin çaresiz gecelerinde,

bir işçinin kırık nasırında,

bir halkın kırılmış umudunda yeniden hesap sorulacak.

Ve o gün geldiğinde, siz hâlâ birbirinize “helal olsun” diyebilecek misiniz?