Henüz 17 yaşında bir genç iken gözaltına alındı. Türkçe bilmediği için savunmasını yapamadı. Çıkarıldığı mahkemece tutuklandı ve cezaevine girdi. Ömrünün 30 senesini dört duvar arasında geçirdi. Onun için cezaevi sadece ‘dört duvar’ olarak kalmadı. Dışarıda görmeyi hayal ettiği ne varsa, fırçasıyla tuvale yansıttı. Dört duvara, bir dünya sığdırdı. Ömürden geçen 30 yılın ardından, bir ressam olarak cezaevinden dışarı çıktı.
Ressam Abdullah Babat’ın tutuklandığı o güne dair söylediği sözler şöyle başlıyor: “Türkçe bilmediğime inanmadılar. Kendimi savunamadığım için ömrümün en güzel yıllarını demir parmaklıklar ardında geçirdim.”

“Türkçe bilmediğim için tutuklandım”
Gazetemize konuşan Babat, 90’lı yılları ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “90’lar çok kötüydü. Aklınıza en kötü işkenceleri getirin. İşte o işkenceler uygulanırdı. O dönemlerde askerler sizin için bir tutanak tutarlardı ve artık senin fikirlerinin, yaptığın savunmaların hiçbir anlamı yoktu. Yalnızca o tutanaklar baz alınırdı. İlk tutuklandığım dönem 3-4 defa mahkemeye çıktım. Hiç birinde ifade veremedim. Onlara Türkçe bilmediğimi ve kendimi Kürtçe ifade etmeme izin vermelerini söyledim. Tutanaklarda lise mezunu olduğumun yazdığını, mahkemeyi ‘Türkçe bilmiyorum’ diyerek kandırmaya çalıştığımı söylediler. Bizim köyümüzde okul bile yok! Hangi liseden mezun olmuşum mesela? Ama onlar, ısrarla Türkçe konuşmayışımı mahkemeye karşı bir tavır ve siyasi bir eylem olarak değerlendirdiklerini söylüyorlardı.”
Babat, tutuklanmadan önceki gençlik yıllarında daha çok dini eğitim aldığını, okula ve Türkçe diline dair bir eğitimi olmadığını söylüyor. O dönem Türkçe’yi anladığı ama kendini ifade edecek şekilde konuşamadığını ifade eden Babat, hapishanede kitap okuyarak türkçesini geliştirdiğini söylüyor.

Daldan düşen bir yaprak: Bir yaşamın özlemi
Babat, dışarıdaki hayata duyduğu özlemi, bir anısıyla dile getiriyor: “Mehmet diye bir arkadaşım vardı. Sürekli yazılar yazardı. Ankara’da Türk Dili ve Edebiyatı okurken tutuklanmış, okulu yarım kalmıştı. Bir gün muayene olmak için hastaneye gittim. İki yanımda iki asker uzun bir yoldan ve bahçeden geçtik. Bahçedeki bir ağacın altından geçerken, bir yaprak yüzüme dokunarak ayağımın önüne düştü. O an, çok kısa bir an kendimi köyümde ağaçların altında geziyorum gibi hissettim. Çok gerçek bir histi. Bitmesini hiç istemedim. Hastane dönüşü Mehmet hızlıca yanıma yanaştı ve dışarıda neler gördüğümü sordu. Yazı yazmak için sorduğunu anladım. O’na köyümde gibi hissettiğim o küçük anı anlattım. Sonra yazdı onu Mehmet, çok ta güzel yazmıştı.”

Arkadaşı Mehmet ile olan bu anısını anlatan Babat, “Tahliye sonrası ne kadar ulaşmaya çalışsam da Mehmet’ten haber alamadım” diyor ve bunu söylerken gözyaşlarına hakim olamıyor. Cezaevinin zorlu koşullarına bir de askerlerin baskısının eklendiğini belirten Babat, o günlerde kendini savunmak için askerlere kurduğu bir cümleyi bugün tekrar ediyor: “Allah bizi Kürt olarak yarattı. Suçumuz ne?”

“İnsan, onurunu özgürlüğe tercih eder mi?”
Babat, bu cümlenin ardından konuşmasına şöyle devam etti: “Bana çoğu zaman ‘Böyle bir hayat yaşadığına pişman mısın?’ diye soruyorlar. Ben pişman olacağım bir suç işlemedim ki! Biz sadece yaşadığımız ülkede ‘eşitlik istedik. Hayattaki tek gayem buydu. Şimdi yine bu hayata gelsem, aynı yoldan yürümeyi seçerim. İnsan, onurunu özgürlüğe tercih eder mi?”
Babat, cezaevindeki tutsaklığının 30 yılını okuyarak ve resim yaparak geçirmiş. Okumayı, ‘hayatı sağlıklı bir akılla geçirmenin tek yolu’ olarak nitelendiren Babat, ruhunu doyurmak için ise resim yapmaya başlamış. Ressam Bob Ross’un, bir zamanlar TRT’de yayınlanan programını kaçırmadığını söyleyen Babat, bu sayede kendini resimde geliştirdiğini söylüyor. Şimdilerde Tuşba Belediyesi’ne bağlı Aryen Sanat Atölyesi’nde resim ve sergi çalışmaları ile yeni normaline alışmaya çalışıyor.
