Karınca ezmez şevki

     Galatasaray tarihinin Metin Oktay gibi sembol figürlerinden Karıncaezmez Şevki, 1940-70 yılları arasında Türkiye'nin en tanınan simalarından biriydi. Tepeden tırnağa sarı-kırmızı ilginç kıyafetleri, sarı-kırmızı otomobili ve kendine özgü tavırlarıyla çok dikkat çekerdi.

 


     1919 doğumlu Karıncaezmez'in gerçek adı Şevki Güney'di
 Ona Karıncaezmez namını, devrin İstanbul emniyet amiri, sonradan içişleri bakanlığı da yapan Orhan Eyüboğlu vermişti. Çünkü Şevki aslen şofördü ve sürücülük hayatı boyunca bir tek kaza bile yapmamıştı.
Yıllar boyu "İstanbul'un en kibar şoförü" seçilmesi boşuna değildi.
En büyük özelliği, 40 yıl boyunca hep çiçekle dolaşmasıydı.

 


     Ceketinin mendil cebine yerleştirdiği su dolu küçük bir şişe içinde daima taze, kokulu çiçekler olurdu. Karısından boşanırken de yakasında çiçek vardı, stepneyi değiştirirken de. Dolmuş esnafı olmadan önce 15 yıl İETT'de direksiyon sallamıştı.
Otobüsün şoför mahallini çiçek bahçesine çevirdiği için ve yakasından eksik etmediği çiçekler yüzünden bir gün işinden oldu. "Amirin" biri takmış, "mesai sırasında çiçek takmayacaksın" diye! Kılık-kıyafet nizamnamesine uygun değilmiş.
Hiç çiçeksiz Karıncaezmez olur mu?
Onu bu tarihten itibaren Taksim-Dolapdere, Taksim-Karaköy hattında, 1948 model bir Opel kaptı-kaçtıyla görmeye başladı İstanbullular. Yalnız maç günleri güzergâh değiştirir, stadyuma ücretsiz taraftar taşırdı. Arabasının jantlarından biri sarı, biri kırmızı; çamurluklar, dikiz aynaları, far karpuzları, ön-arka kaput ve dört kapı keza sarı-kırmızıydı.
Dolmuşun içi de bir âlemdi; gazetelerin ve dergilerin spor sayfalarından kesilmiş; Metin Oktay'ın bir volesi; Turgay'ın bir plonjonu; Candemir'le Büyük Ahmet'in (Berman) rakibe çift ayak dalışı; Mustafa, Talat, Turan çamurdan adam gibi soyunma odasına yürürken; Suat'ın bir çalımı; Yılmaz'ın kramptan kıvranışı; Ayhan, Ergün, Uğur eşofmanlı düz koşuda; Kadri, Coşkun, İsfendiyar tüm futbolcular.

 


      O bildiğiniz amigolardan değildi, hatta ona amigo bile denemez.
O tribün korkulukları üzerinde sırtı seyirciye dönük olarak durur, taraftarı coşturmak için hiçbir şey yapmazdı. Yalnız takım atağa kalktı mı, tıpkı yan hakem gibi o da atağa katılırdı, ama ofsayda düşmeden. İETT'deki işini kaybetmesi, onu çok zor bir hayatın beklediğine dair ilk sinyaldi. Çünkü sonrasında ihanetler, vefasızlıklar ve kabalıklar peş peşe gelmeye başladı.
Önce eşi Bedia Hanım kızı Sıdıka ile oğlu Nuri'yi de yanına katıp evi terk etti. Hâkim, karşısında tepeden tırnağa sarı-kırmızı donanmış, "garip" bir adam görünce, davacıyı huzur içinde boşadı.

 


     Artık Şevki hem işsiz hem de eşsizdi. Bu dönemde sarı-kırmızılı camia da onu bağrına basmadı. Galatasaray'ın ligdeki durumu pek parlak değildi. 3-2 yenildikleri bir Fenerbahçe maçında "uğursuz geliyor" diye onu tribün korkuluklarından aşağı attılar.
Sağ kolu kırıldı. O sezon Karıncaezmez'i uğursuz diye stadyuma hiç sokmadılar. O da bunun üzerine her maç, stadyumun içini gören yamaçta (şimdiki kaçak gökdelenin yerinde), 45'er dakikadan iki devre, heykel gibi put kesilerek, kar, yağmur, çamur dinlemeden, sağ kolu havada futbolcuları selamladı. Bu mazoşizmi aynı zamanda onu stadyuma sokmayanları protesto etmek içindi.

 


      Bu hoşgörüsüzlükle kahroldu. Kolu aylarca alçıda gezdi. Araba kullanamıyordu. Ama asıl gücüne giden selam verememesiydi. Onun selamı, benzetmek gibi olmasın ama, biraz Nazi selamı gibiydi. Kimlere ve nelere selam vermezdi ki: Tabii tesadüfen de olsa yan yana gelmiş sarı-kırmızı "her şeye ve her nesneye", ayrıca "üniformalı" herkese, bütün meyhanelere, heykellere, anıt yapılara selam dururdu. Mesela Galatasaray Lisesi'nin tam karşısında kolunu kaldırıp caddenin orta yerinde bir selam durdu mu trafik kilitlenirdi.

 


     Arabaların Beyoğlu'nda çift yönlü gidip geldiği o yıllar, şoförler bu kavşakta Karıncaezmez'e rastladıklarında kızmazlar, bunu fırsat bilip,
Karıncaezmez'in kırık kolu bir türlü kaynamadı.
Fenerli zorbalar nerede kıstırsalar dövüyorlar, sarı-kırmızı arabasını tahrip ediyorlardı. Kolu alçı içinde birkaç kere daha kırıldı, sonunda çürüdü, kangren oldu. Paşabahçe SSK Hastanesi'nde görevli Ergun Dizdar oğlu ile Ali Uras, onu kolunu keserek kurtardılar. Artık malum "selamını" veremeyecekti.

 


     O bu sıralar sarı-kırmızı pijamalarıyla fakir hastane koridorlarında sürünüp duruyordu. Böbreklerinden, safra kesesinden ameliyatlar olmuştu. Sırım gibi adam giderek küçüldü, küçüldü, çöktü.
Yetersiz beslenmeden aylarca hasta yattı. Ama kimseden yardım dilenmedi..
Halbuki Karıncaezmez ölmemişti.

 


     Galatasaray'ın Mallorca'yı elediği maçtan bir gün önce, 23 Mart 2000 tarihinde, 81 yaşında hayata gözlerini yummuş, Turgay Şeren ve BJK amigosu Paşalı Birol'un da katıldığı bir törenle, Fatih Camii'nden kaldırılarak toprağa verilmiş.
Bir gazete onun ardında şu başlığı atmıştı: "Son 90'ı göremedi." Görseydi iyi olurdu, ama hiçbir başarı onun gözünde 1968-69 sezonu kazanılan şampiyonluk kadar kıymetli olamazdı.
Çünkü bu onun tribünlerde kutladığı son şampiyonluktu ve şampiyonun 10 numaralı santrforu Metin Oktay futbola o sezon gol kralı olarak veda etmişti.

 


    Karıncaezmez'e şampiyon kadro dediniz mi bir çırpıda sıralardı; "Kalede Nihat, Ali, Ergün, Muzaffer, Talat, Turhan, Mehmet, Ayhan, Gökmen, Metin, Uğur."

YORUM EKLE

banner29