Zaman çok şeyi değiştirdi

   Murat nehri Ağrının Diyadin ilçesinin Kırkmenba denen kaynağında doğar. Şirvan, Göynük, Barışan, Hınıs, Harinkent, , Manzur- Peri gibi irili ufaklı suları alarak büyür. Yolculuğu; şehirlerden, köylerden, derin vadilerden, dar boğazlardan geçer, Malazgirt ve Muş ovaları boyunca devam eder. Keban yakınlarında Karasu ile birleşerek Fırat adını alır.
         İyice büyüyen nehir; baraj ve sulama imkânlarıyla Ülkemize bereket bırakarak yolculuğuna Ortadoğu da devam eder. Suriye ve Irak topraklarının Basra körfezine yakın yerinde Dicle ile birleşerek Şattülarap adını alır ve Basra körfezine dökülür.
Murat nehri Diyadin'den Basra körfezine kadar 2700-2800 kilometre gibi muazzam bir mesafe kat eder.
   İlkbaharda, Doğu Anadolu da karlar erimekte bununla birlikte yağmur suları ırmak ve dereleri coşturmaktadır. Birçok koldan gelen sular Murat nehrine boşalmakta, Nehir düzlüklerde adeta denize dönüşüp taşkınlara sebep olmaktadır. Erozyon nedeniyle çamur suyun rengini griye çevirmektedir. Bu mevsimde nehri yüzerek geçmek her babayiğidin harcı değildir. İçinde girdabın olduğu bazı derin yerler vardır ki; tam bir ölüm tuzağıdır. Derelerin yaygaracı akışlarına rağman, Murat güçlü nispetten sessiz akmaktadır. Ancak sergilediği ihtişamla adeta, bir dünya akmaktadır.
   Bu arada Kartevin dağındaki, kar ve yağmur suları Alyar köyünün ırmağını şahlandırmıştır. Bembeyaz ve temiz sular, deredeki bir sürü irili ufaklı taşa çarparak; bir orkestrayı kıskandıracak şekilde şarıltılı… Murad'a doğru hızla akmaktadır. Dere suyunda; Kar, yağmur ve topraktan kaynaklanan hafif şekerimsi bir aroma vardır ki içimi pınarlardan daha lezzetlidir.
Derenin berrak suları, nihayet Konakkuran (Düğnuk)  köyünün hizasında nehre boşalır. Murat'ın suları çamurlu olduğundan, balıklar; ırmağın temiz sularına doğru akın ederler.
   Henüz doğanın temiz olduğu 1970'li yıllar; köyde bir hareketlilik var. Balık avına gidilecek. Cümbür cemaat kalabalık olarak hareket ediyoruz.
Avlanma stratejisi çok mantıklı; iki kola ayrılan derenin bir kolunun suyu kesilecek ve açıkta kalan balıklar yakalanacak.
Dere aşağıda iki kola ayrılıyor. Takriben 700-800 metre sonra tekrar birleşerek nehre dökülüyor. Irmağın iki kola ayrıldığı noktada duruyoruz. Küreklerle çimler kesiliyor. Sağ tarafa giden ırmak kolunun önü taş ve çimlerle kapatılıyor. Bütün suyun akışı sol tarafa veriliyor. Sağ tarafa su girişi kapatılmış, mevcut su ise boşalmaktadır.
Su azaldıkça balıkların vücutları görülmekte ve çırpınışları artmaktadır. Derken sadece küçük çukur ve taş aralarında su birikintileri kalmıştır.
   Buralarda sadece küçük balıklar barınabilmektedirler. Bu sevindiricidir. Çünkü küçük balıklar ziyan olmamış ve nesillerini devam ettirmiş olacaklar…
Büyük bir heyecanla herkes balıkları yakalayıp kıyıya atmaya başlıyor. Adrenalin milleti çok çalışkan yapış; bağırmalar! çağırmalar, koşuşturma…
   Nihayet yığınla balık yakalıyoruz. Zaman ne kadarda çabuk geçiyor. Ne denli yorulduğumuzun farkına sonra varıyoruz. Balıkları atların sırtında köye götürüyoruz.
   Her haneye ihtiyacından fazla balık düşmüştü. O zamanlar elektrik yok, buzdolabı yok. Balıklar güneşte kurutularak muhafaza altına alınıyor. Kedi ve köpeklerinde kısmetleri çıkmış, artıklar da israf olmuyor.
Çocukluk yıllarımda hafızama kazınan bu balık avı üzerinden yıllar geçti. Zaman çok şeyi değiştirdi. Gerçi Murat yine akıp gidiyor.
Ancak uğradığı şehir ve kasabalarda kirlenerek akıyor. Öyle ki; ilkbaharda nehir coştuğu zaman, yüklendiği naylon ve diğer artıkları taştığı arazilere bırakıyor. Sular çekildiğinde çöpler; araziler ve ağaçların üzerine sinmiş bir şekilde kalıyor.
Muratta artık eskisi gibi çok balık yok. Nehir havzası boyunca; turnalar, toylar, yaban ördek ve kazları, balıkçı kuşları… vardı.
Şimdi turnalar, toylar hiç yok, diğerleri de azalmış.
   Murat'ın kenarındaki Turnalar onların zarafetleri ve sesleri sadece; Evdalı Zeynıkı ve Şakıro gibi dengbejlerin türkülerinde kaldı.
Teknolojinin imkânlarını bilinçsiz ve hovardaca kullanıyoruz. Adeta bindiğimiz dalı kesiyoruz. Murat nehrini, Van gölünü ve diğer güzelliklerimizi bizler kirletiyoruz. Bir komplo teorisi üreterek suçu batılı veya diğer milletlere yükleyemeyiz. Sorun bizdedir. Çözümde bizde olacaktır.
   Hem teknolojik imkânlardan faydalanmak hem de doğayı korumak mümkündür. Bunun çok güzel örneklerini; İsveç ve Finlandiya da görmüştüm. Teknolojide ilerlemişler, dünyaca önlü markaları var. Bununla birlikte ülkeleri yemyeşil ve tertemiz…
Çevre sorunlarımızın çözümünde; aklımız, ilim ve devasal manevi değerlerimiz bize rehberlik edebilir.
   Kim bilir? belki turnalar geri döner ve balıklar çoğalır.  Daha güzel bir dünya ümidiyle hayırla kalın.

YORUM EKLE