Kur'an Ve Sünnetin Işığı Altında Manevi Cihad

   Rahman ve Rahim olan Allahın Adıyla

    İslam Dininde Cihad ikiye ayrılır, Bunlar;

   1 Maddi Cihad: İslam dininin hâkimiyeti, yani İ’lâyi Kelimetullah için kâfirlere karşı yapılan silahlı cihattır.

    2 Manevi Cihad: İslam memleketinde münafıklara karşı ilim ve hikmetle yapılan cihattır.

    Bu iki cihadın dayanağı şu Ayeti kerimedir “Müminlerin hepsinin savaş için sefere çıkmaları doğru değildir. Her kabileden bir kısım savaşa gitmeli, onlardan bir kısmı da din ilimlerini öğrensinler ve kabileleri, savaştan kendilerine döndüklerinde onları Cenabı Allahın azabıyla korkutsunlar. Olur ki onlar Allahın azabından sakınırlar.” [Tevbe 122]

        Yukarıdaki Ayeti kerimeden de açıkça anlaşılıyor ki kuranın hâkimiyeti için Müslümanların bir kısmı kâfirlerle savaşmalıdır. İşte bu maddi cihattır. Bu konuyu ileride daha geniş yazmak ümidi ile burada kısa kesiyoruz.

      Diğeri ise manevi cihattır ki ilim öğrenmek suretiyle münafıkları ilmen mağlup etmek ve Müslümanlar arasında Emr-i Bi’l-Mâruf, Nehy-i Ani’l-Münker vazifesini yerine getirmektir.

Manevi Cihad üçe ayrılır;

    1- İslam memleketindeki Münafıkları ilim ve hikmetle hakka davet etmek ve onları ilmi delillerle mağlup etmek suretiyle onlarla cihad etmektir.

    Bu hakikati aşağıdaki Ayet-i kerime ne güzel ifade etmektedir. “Ey peygamber kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et. Ve onlara karşı çok sert davran. Onların en son varacakları yerde cehennemdir. Vardıkları o yer ne kötüdür.” [ Tevbe 73 ]

    Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyuruyor; “Şüphesiz ki mümin, kılıcı ve diliyle cihad eder.”

           İmamı Rabbani (r.a) hazretleri manevi cihadın bu bölümünü şöyle beyan etmektedir. “Bugün sizin söz ile yaptığınız cihad, cihad-ı ekberdir. (en büyük cihad) Size nasip olan bu nimetin kıymetini biliniz. Var kuvvetinizle din düşmanlarını rezil edip, hakkı söylemeye çalışınız. Bu, Söz ve kalem ile olan cihadı, kılıç ile olan cihattan daha karlı biliniz.” [ Mektubat-ı Rabbani 65. Mektup ]                

     Dar-i İslam’da (İslam yurdunda) Müslümanların dâhili (İslam memleketindeki) cihadı ilmen ve kalemledir. Maddeten ve kılıçla değildir. Yani İslam memleketinde tefrikaya girmiş, maddi ve manevi kuvvetini kaybetmiş, perişaniyyete düşmüş ümmeti Muhammed için ulemanın bu zamandaki cihadı ilmi ve manevidir, silahla değildir. Dâhilde muvakkaten silahla cihad etmek, kitap ve sünnete dayalı devletin veya devlet hükmündeki bir güç sahibinin vazifesidir. Bediüzzaman Said Nursi (r.a) Hazretleri bu konuda şöyle buyurmaktadır. “Harici tecavüze karşı (yabancı devletlerin işgaline karşı) kuvvetle mukabele edilir. Düşmanın malı çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. İslam memleketinde öyle değildir. Dâhildeki hareket müspet bir şekilde, manevi tahribata karşı, manevi ihlâs sırrı ile hareket etmektir.” [ Emirdağ lahikası Mektubat No:151 ]

       İslam memleketinde ehli bid’â, kâfirler ve münafıklar olabilir. Bunlara karşı ehli ilmin mücadele ve mücahedesi (cihadı) ilmi olmalıdır. Eğer düşman yani ecnebi kâfirler darul İslam’a (İslam yurduna) girerse o zaman maddi cihad herkese farz-ı ayn olur. Dâhilde yani İslam yurdunda ulemanın vazifesi halkı irşattır. Ümmeti Muhammedlin (s.a.v) birlik ve beraberliğini temin ederek cihadın farziyetini ve ebediyetini ders vermektir.

    2- Her Müslüman ferdin nefis ve hevasına karşı olan mücahedesidir.

   Nefsine karşı cihadı kazanmayan, düşmanına karşı çıkmaya, cesaret edemez. Hz Peygamber (s.a.v) Tebuk seferinden dönerlerken ashabına (r.a) şöyle buyurmaktadır. “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” Sahabe-i kiram “Ey Allahın Resulü Büyük Cihad nedir.” Diye sorduklarında Hz. Peygamber (s.a.v) “Nefisle olan cihattır.” Buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) bu Hadis-i şerifini en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebuk seferini “Küçük Cihad” olarak vasıflandırırken, nefse karşı verilen mücadeleyi ise büyük cihad olarak nitelendirmektedir. İmamı Kurtubi (Hz.) Bu mücahedenin kitap ve sünnete ittiba ile olacağını anlatmaktadır.

     3- Emr-i Bi’l-Mâruf, Nehy-i Ani’l-Münker vazifesini ifa etmek.

   Mümin sadece kendi nefsini kurtarmakla meşgul olmaz, başkalarının ıslahına vesile olmak için hakkı tebliğ etmeklede mükellef olduğunu bilir. Yani, Mümin, bir tarafta ilim ve ameli Salih ile tekâmül etmeye çalışırken, diğer taraftan da tahsil ettiği ilmi başkalarına tebliğ etmek suretiyle manevi cihadını da sürdürecektir. Bu vazife ümmeti Muhammed ten bir grup Müslüman üzerine farzdır. Zira Cenabı Allah Âl-i İmran Suresinin 104. Ayetinde buyuruyor ki “Ey ümmeti Muhammed sizden öyle bir topluluk bulunsun ki herkesi hayır işlemeye çağırsın. İyiliği emretsin; kötülüğe de engel olmaya çalışsın! İşte onlarda, saadete erenlerin ta kendileridir.”

   Resulü Ekrem (a.s.v) bu konuda şöyle buyurmaktadır; “Sizden biri bir münkeri gördüğünde onu eliyle düzelsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle onu izale etsin, buna da gücü yetmezse, kalben onu değiştirsin; yani münkere taraftar olmasın ve o münkerin ortadan kalkması için dua etsin. Bu ise imanın en zayıf mertebesidir.” [Müslim]

    Emr-i Bi’l-Mâruf, Nehy-i Ani’l-Münker sadedinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri kafirlere karşı uyanık olmamız hususunda tarihe geçecek şu hakikatlerle bizi uyarmaktadır. “Bil ki muhakkak kâfirler, bilhassa Avrupalı olanlar bâ husus İngiltere Şeytanları ve Fransa iblislileri Müslümanların ve ehli kur’anın ebediyen şiddetli düşmanları ve inatçı hasımlarıdır. Çünkü muhakkak ki Kur’an, Kur’an-ı ve İslam’ı inkar edenlere, abâ ve ecdatlarına da i’dâm-i ebedi cezası ile hükm etmiştir. Onlar için ebedi idam mahkûmiyeti ve cehennemde ebedi hapis cezası Kuran-i Hâkimin naslarıyla sabittir. Ey Kur’an Ehli! Size ebediyen dost olmayacak ve sizi ebediyen sevmeyecek olanları nasıl dost tutarsınız? Sadece Allah bize yeter! O En güzel vekildir, O ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcıdır.” [Arabî Mesnevi-i Nuriye 180-181]             

 

                                                      

YORUM EKLE